KISACIK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ – Cevdet FLORAT

Edirne'de Radyo Televizyon öğrencisi olduğum dönemlerde bir rock barda sonuna gelmiştim kitabın. İçtiğim biranın etkisinden mi yoksa memleket özleminden mi bilmiyorum duygulanmıştım. Kitabın sayfaları gözümden damlayan yaşlarla ıslanmaya başlamıştı. Yanıma yine üniversiteden öğrenci, daha önce hiç görmediğim,   güzelce bir kız oturdu. Şaşkındı, o şaşkınlıkla sordu; “Yahu sen deli misin? Bu gürültüde kitap okuyorsun, bu yetmiyormuş gibi bir de ağlıyorsun. Ne okuyorsun da bu kadar seni duygulandırdı?” 

 

Haklıydı. Bangır bangır müzik çalan bir rock barda kitap okumak ve üstüne üstelik gözünden akan yaşları saklamaya çalışmak çok da alışılmış bir durum değildi.

 

- “Bir Karşıyakalının hayatını okuyorum” diye yanıt verdim.

- “Peki, kimdir, necidir. Sen tanıyor muydun bu Karşıyakalıyı da bu kadar çok duygulandın?” diye sordu. 

 

İşin ilginç tarafı kitabın yazarı Cevdet Florat’ı tanıyordum ama kitaba konu olan Dr. Tibet Kızılcan ile hiçbir araya gelmemiştik, Karşıyaka’nın Voleybol Şube Başkanı olması dışında kendisini tanımıyordum.

 

- “Bugüne kadar hiç tanışmıyorduk ama kitabı okuduktan sonra kendi hayat hikâyemi okumuş gibi oldum” yanıtını verdim.

 

“Birine altı çizili kitaplarınızı vermek, yaralarınızı emanet etmektir bir bakıma” sözünü çok severim ve normalde okuduğum, altını çizdiğim kitapları hiç kimseyle paylaşmam. Ancak o gün öyle bir şey olmuştu ki o öğrenci kız -itiraf etmeliyim ki biraz da güzelliğinin etkisiyle- ne yaptı, ne etti çok merak ettiğini söyleyerek ve geri getireceğine söz vererek kitabı elimden aldı. Ve bir daha getirmedi.

 

Peki, neydi Dr. Tibet Kızılcan’ın beni bu kadar derinden etkileyen ve “kısacık” olan yaşam öyküsü. Gelin kitabımızın kahramanını önce kitabın yazarı Cevdet ağabeyden okuyalım. Kitabını tanıttığım yazara “ağabey” diye hitap edecek kadar samimi oluşumuzun da havasını ayrıca atmış olayım.

 

“Sevilmeye küçük yaşlarda başladı ve ölümüne kadar onun hakkında bir tek kötü sözcük kullanılmadı. Sevgi üzerine kurulu bir hayatı oldu. Sevdi ve sevildi. Hem de kimsenin sevilmeyeceği kadar. Yaşadığımız süre boyunca birlikte yaşananlar olacak hep aklımızda. Yaşayan için anı defilesini izlemek de zor.  Ama anımsadıklarımız bir yerde avuntumuz da olacak. Unutmak yaşananların güzelliğiyle hem kolay hem de zor. İnsanız işte… Anımsadıklarımız mı? Tibet’in gülüşü, Berna’nın Tibet’in en zor anlarında üzüntüsünü içine gömerek gülümseyen yüzü, Tüzüm Bey’in hala ağlayan gözleri, İmren Hanım’ın acıdan haykıran yüreği… Acı, aşk, özlem, sevgi, Karşıyaka, rakı, deniz, arkadaşlık, dostluk… Adam gibi adam ya da Tibet… Seni çok özledik. “

 

Kimdi bu Tibet Kızılcan? Beni neden bu kadar etkilemişti yaşam öyküsü? Tibet’in babası Tüzüm Kızılcan bir seramikçiydi. Ünlü seramik ustası Füreyya Koral ile bir süre birlikte çalıştı. Tibet 16 Kasım 1965 günü doğdu.  Adını Tibet koydular çünkü “Tibet dağı”  gibi görkemli bir çocuk olmasını dilediler.  Küçük yaşından itibaren farklı bir çocuk olacağı belliydi. Daha ilkokul yaşlarında çok okuyor ve kompozisyon yarışmalarına katılıyordu.  Henüz sekiz yaşındayken resim ve seramik çalışmalarını sergiledi. Çok küçük yaşlarda Karşıyaka Spor Kulübü ile tanıştı ve yeşil kırmızı renklere o yaşlarda âşık oldu.  Karşıyaka Spor Kulübü için 70’li yılların ikinci yarısı karanlık günler olarak adlandırılabilirdi. Futbol takımı 3. Lig bataklığında küme düşmeme mücadelesi veriyordu. Karşıyakalılar kendi temsilcilerinden ellerini eteklerini çekmişlerdi. Tribünlere yüz kişi bile zor geliyordu. İlkokul sıralarında Karşıyaka Spor Kulübü’nün bu haline üzülen çocuklardan Tibetlerle aynı apartmanda oturan Tapu Müdürü Kemal Çoksever, Tibet’i bir gün Karşıyaka maçına götürdü. Tibet ilk kez bir maça gidiyordu. Çok mutlu oldu. Bir anda yeni bir dünya ile karşılaştığının farkına vardı. Büyük aşk başlamıştı. O andan sonra en büyük tutkusu Karşıyaka oldu. Karşıyaka Stadı’nda oynanan 3. Lig maçlarına ailesinden izinsiz gittiği günler de aynı günlere denk geliyordu. Takımın haline üzülüyor, “Bir gün bu kulübe ben başkan olup bu takımı kurtaracağım” diye söylenip duruyordu.

 

Okuldaki dersleri iyiydi ama onun aklı hep yeşil- kırmızı renklerdeydi. Arkadaşlarıyla birlikte bir basketbol takımı kurdular. Kendi paralarıyla satın aldıkları kırmızı fanilaların üzerine yeşil kalemle numaralar yazdılar. Artık onların da yeşil kırmızı formaları vardı. Onlar da Karşıyakalıydılar. Arkadaşları ile birlikte Karşıyaka Stadı’nda yapılan maçlarda top toplayıcılık yapmaya başladı.  Karşıyaka’nın kötü olduğu yıllardı. Karşıyaka Spor Kulübü için acı son bir yıl sonra gerçekleşti ve futbol takımı 3. ligden düştü. Karşıyaka gibi Tibet’in yüreği de kan ağlıyordu.

 

Tibet, 1981-1982 döneminde lise öğrenimi için İzmir Atatürk Lisesi’nde okumaya başladı. Akranlarına göre farklı bir genç olmuştu. Tibet’in özgürlüğünün kısıtlanmasına tahammülü yoktu. Kendisine yol gösterilmesinden ve öğüt verilmesinden kesinlikle hoşlanmıyordu. Dersleri fazla iyi değildi, geçecek kadar not almayı tercih ediyordu ama tıp fakültesini kazandı.

 

Üniversite için Bursa’ya  gittiği 1987-1988 sezonunda, Karşıyaka şampiyon olduğunda annesi İmren Hanım’a diktirdiği koskoca bir Karşıyaka bayrağını kaldığı otelin dış cephesine astı. Bu yüzden Bursasporlu arkadaşlarıyla tartıştı ama o bayrağı da otelden indirmedi.

 

Üniversite yıllarında Berna adında İzmirli çok güzel bir kızla tanıştı. Berna ile ilk dışarı çıktıkları gün Karşıyaka’nın maçı vardı. Akşamüzeri Berna ile daha çok zaman geçirebilme olanağı varken Tibet maça gitmeyi tercih etti. Berna bu duruma bozuldu ancak sesini çıkarmadı. Tibet o gün, neyse o olduğunu Berna’ya göstermişti. İlk günden oyunu dürüst oynuyordu. Karşıyaka Spor Kulübü’nün onun gözünde çok önemli bir yeri vardı. Bu inkâr edilemeyecek bir konuydu. İlk günden Berna’ya yalan söylemiyordu.

 

Uzun süren flört döneminden sonra Berna ile hastalıkta ve sağlıkta birlikte olmak için söz verdiler ve bu söze sonuna kadar uydular. Berna, Tibet’i kendinden bile çok sevdi. Hiçbir zaman onu kocası olarak görmedi. Annesi olmayı tercih etti. Tibet hep kendisinden ve ailesinden önde geldi. Devamlı Tibet ile nasıl daha fazla birlikte olabilirim, daha fazla mutlu olması için ne yapabilirim diye düşündü. Yaşamını onun üzerine kurdu. Tibet bazı zamanlar bu ilgiden sıkıldı ama mutlu olduğunu da hiçbir zaman gizlemedi. Tibet Karşıyaka’sıyla kendisi arasına kimseyi sokmadı. Hep özel bir sevgi besledi Karşıyaka’sına karşı. Karşıyaka ve Karşıyakalılara karşı kendini hep sorumlu hissetti. Bazı zamanlar bu sevgi yüzünden acılar çektiği de oldu ama o hep Karşıyaka’sının yanında oldu.

 

Üniversite eğitiminin ardından doktor olarak yeniden Karşıyaka’ya dönen Tibet Kızılcan, Karşıyaka Spor Kulübü ile bağını hiçbir zaman koparmadı. Taraftarı olarak başladığı KSK aşkına, yönetici olarak devam etti.  Bir ara profesyonel şube yönetiminde de bulundu. Bu arada özellikle Bursaspor’dan transfer edilen Yosuef adındaki futbolcu ile Fransa’dan transfer edilen Fofana ile yakından ilgilendi. Fransızca bilmesi onu bu görevi yapmaya zorunlu kılıyordu.

 

Tibet çok yardımsever bir doktordu. Kendisine gelen tüm eşantiyon ilaçları yoksullara dağıttı. Hatta gereksinimi olup da ilaç alamayanların ilaçlarını cebinden para vererek alıyordu.  Toplumsal olaylara da duyarsız kalmıyordu Tibet.  Örneğin bu olaylardan birinde Sancar Maruflu’ya Atatürk Ormanı konusunda yardımcı oldu. Sancar Maruflu’nun babası orman mühendisiydi. Karşıyaka’ya orman fidanlığını o kazandırmıştı. Kendisi de Atatürk Ormanı kurma işini üzerine almıştı. Bunun için kartlar bastırdı. Fakat bu kartların büyük bir kısmını satamadı. Tibet ona, “Ağabey bu işi bana bırak ben satarım” dedi ve kartların hepsini sattı. Arazinin ağaçlandırılması için Tibet, Sancar Maruflu’ya büyük meblağda bir para teslim etti. Sancar Maruflu da her ağaç bayramında Tibet’i orman bölgesine götürürdü. Bugün Sancar Maruflu, Atatürk Ormanı’nın büyük bölümünü ağaçlandırdı. Hatta arazinin belli bir bölümüne “Tibet Kızılcan Ormanı” adını verdi.

 

Tibet Kızılcan her Karşıyakalı gibi iyi içiciydi. Bir gün beş kasa birayı buza yatırıp bir bidonun içine koymuşlardı. En son kalan bir biranın altı akıyordu. Tibet onu yukarıdan tutuyor, ağzının içine akmasını sağlıyor, “Boşa akıtmamak lazım. Yazık olur” diyordu.

 

İnsansız yaşayamazdı Tibet. Yaşamının her anında çevresinde hep insanlar oldu. Sadece insanlar mı? Tüm canlıları çok seviyordu. Özellikle köpeklere karşı büyük sevgi duyuyordu. Tibet’in hayvanları sevmesi için bu hayvanların bir özelliğinin olması gerekmiyordu. Köpeğin sokak köpeği ya da cins bir köpek olmasının onun için bir önemi yoktu. Yaşama sıkı sıkıya bağlı, yaşama sevinci ile dolu olan genç doktora bir gün “Rectum kanseri” teşhisi konulduğunda eşi Berna ve ailesi adeta yıkıldı. İlk ameliyatı 4 Nisan 1994 tarihinde yapıldı. O, doktor olmasına rağmen hastalığını hiç ciddiye almadı. Her defasında yakın çevresine “İnsanları çok seviyorum. Yaşamı çok seviyorum. Bu hastalığı yeneceğim” diyordu.

 

 

Bir yandan hastalığı ile mücadele ediyor bir yandan da çok sevdiği KSK’nin Voleybol Şube Başkanlığını yapıyordu.  KSK Voleybol takımındaki oyuncuların birikmiş maaşlarını dağıttı. O gün mutluluktan uçuyordu. Kızlar ona güvenmişler, o da bu güveni boşa çıkarmamıştı.

 

1998 yılı Tibet Kızılcan ve ailesi için kötü bir yıl olacaktı. Son girdiği ameliyatta kapısının önüne her gelene eliyle merhaba der gibi el sallıyordu. Herkesin merhaba zannettiği selam ise aslında veda selamıydı.  Ameliyattan çıktıktan sonra ağzından sadece şu iki cümlelik soru dökülmüştü “Neden ben?”

 

Bu kitabın yazarı Cevdet Florat, Tibet’in ilkokul ikinci sınıftan beri arkadaşıydı. Cevdet’in çok arkadaşı vardı ama en yakın arkadaşı Tibet idi. O’nu her zaman yanında hissederdi.  Bir gece yarısı, telefon sesi ile irkildi. Yine çok iyi arkadaşlarından olan Tuncay Şekerci arıyordu. O gece ahizenin öbür ucundaki Tuncay’ın ağzından ağlayarak ve kendini zorlayarak iki sözcük çıktı “Tibet’i kaybettik”

 

Cevdet, Tibet’in onun ağlamasını istemeyeceğini bilerek ağlıyordu. Tibet’in o an için isteyeceğinin sadece ve sadece şerefine bir rakı bardağı kaldırılması olduğunu bilerek. Yanında bir çipura diliminin de rakıya eşlik etmesinin Tibet’in gönlündeki yerini anımsayarak. 32 yaşında, doktor, işadamı, yönetici, sanatçı, insan bir insana son görevlerini yerine getirdiler. 

 

Tibet’in cenazesi de normal olmamıştı. Karşıyaka müftüsünün sesiyle herkes irkildi: “Gördüğüm kadarıyla cemaatin büyük bir bölümünü kadınlarımız oluşturuyor. Cenaze namazını kadınların da kılmasında hiçbir sakınca yoktur. Kadınlar erkeklerin yanında cenaze namazı için saf tutabilir” diyordu Karşıyaka müftüsü. Ramazan ayıydı ve o gün orada bir ilk gerçekleşti. Kadınlar erkeklerle birlikte cenaze namazı kıldılar. Tibet, yaşamında olduğu gibi son yolculuğunda da ardında bir iz bırakmıştı. Cenaze töreninin ardından Türkiye günlerce kadınlarla erkeklerin cenaze namazını birlikte kılıp kılamayacakları konusunu irdeleyecekti. Televizyonlarda insanlar saatlerce bu konuda konuşacaklar, gazete köşeleri bu konuyu ayrılacaktı. Gündem bir anda değişmişti.

 

Kitabın sonunda yazar; “Yo hayır. Ağlamıyorum. Başım da eğik değil. Dimdik. Bu kısacık yaşam öyküsünü paylaşmanın tadı var aklımda ve yüreğimde. Sadece Ali Güven’in kızı Banu’nun ‘Tibet Amerika’da’ derken gülen yüzüne bakarken gözlerimin yaşarmasını engelleyemiyorum” demişti ama kitabın sonunda okuyucuları hüngür hüngür ağlatmıştı.

 

Edirne’de yirmi yıl önce izbe bir barda göz yaşlarıma hakim olamayarak bitirdiğim kitabı başkasına kaptırmanın hüznünü uzun yıllar yaşadım. Geçtiğimiz aylarda ki bir Karşıyaka ziyaretimde sahafları gezerken eski bir kitapçıda karşıma çıktı bu kitap. Çocuklar gibi sevindim ve kitabı 2 TL’ye aldım. O gün bu kitabı rafta gördüğümde tekrar anladım ki “insanlar ölüyor, mezar taşları bile bir gün yok oluyor ama kitaplar kalıyor”  O nedenle eli kalem tutan herkesten tek bir şey rica ediyorum. Yazın… Ve yazdıklarınızı bastırın. Tıpkı Cevdet Florat’ın çok sevdiği çocukluk arkadaşının hikâyesini ölümsüzleştirdiği ve gelecek nesillere aktardığı gibi.

 

Ben bu kitapta öncelikle bir arkadaşın arkadaşına vefasını daha sonra da Tibet Kızılcan’ın hayatı ile kendimden çok şey buldum. Ve maalesef kırklı yaşlara yaklaştığım şu günlerde, yirmili yaşlarımda olduğu gibi kitabı ikinci okuduğumda da gözyaşlarımı tutamadım.

 

Karşıyakalı olmayanların ne kadar ilgisini çeker, kendilerinden ne kadar bir şeyler bulurlar bilmem ama “Kısacık Bir Yaşam Öyküsü – Tibet Kızılcan” kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

 

Deniz GEZGİNCİ