HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR

Kitap 02.04.2016 - 11:58, Güncelleme: 01.12.2021 - 20:21 3469+ kez okundu.
 

HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR

BİR YAZAR BİR KİTAP bölümünde bu hafta gazeteci Deniz Gezginci Türkiye'de çok ses getiren Hanefi Avcı'nın HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR kitabını değerlendirdi.
Piyasaya çıktığında Türkiye’de yer yerinden oynamıştı. Nedenini bilmiyorum çok arzu etmeme rağmen o zamanlar bir türlü denk gelmedi, okuyamamıştım. Geçtiğimiz günlerde Münih’ten sevgili Zeki Genç hediye edince bir solukta okudum. Kitabı elime almadan önce ismini nedense “masonlukla” ilişkilendirdim. Daha sonra gerçek hikayesini öğrenince çok saçma bir ilişki kurduğumu anladım. Kitabın çok anlamlı bir ismi varmış gerçekte. “Simonlaşmak” terör örgütünde “baygın baygın bakmak suretiyle erkek kadroların kafasını karıştırmak, devrimcilikten soğutmak” suçu işleyen kardeşini (haklı olduğunu bildiği halde) yargılayacak kadar kendisine empoze edilen düşünceyi savunan Simon’dan, Haliç’ten gelen mide bulandırıcı kokuya rağmen orada yaşayan insanların o kokuya artık alıştıkları için rahatsız olmadıkları düşünülerek böyle bir başlık atılmış. Hanefi Avcı, başta yazar olmadığını o nedenle kitabı “zarfa değil mazrufa önem verilerek okunmasını arzu ederim” alçak gönüllüğü ile okuyucuya sunuyor. “Okumayan ülkemde yazmanın sebebi aranıyor” diyerek kitaba başlıyor Hanefi Avcı. Avcılıktan nasıl av konumuna düştüğünü çoğu zaman kendiyle yüzleşerek okuyucuya aktarıyor. Kitabın ön sözünde kendi hayatını anlatırken “İstanbul’da dört koca yıl çalışmış, her türlü lüks yaşamı sağlayacak imkan ve konuma sahip olmama rağmen bir defa bile ne İstiklal Caddesi’ne ne Bağdat Caddesi’ni gezmedim. Bir defa bile bir gazinoya gitmedim. Böyle bir anlayış, çalışma ve inanç nasıl olabilir? ” diye kendine sorarak okuyucuda da kendi hayatı ile ilgili merak uyandırıyor (en azından bende) Kitapta beni en çok etkileyen bölümlerden biri Küçük Ağa’nın hikayesi oldu. Küçük Ağa PKK saflarına küçük yaşta katılmış, daha sonra itirafçı olarak devlete sığınmış bir çocuk. Geçici olarak Polis evinde konaklıyor. Hikayeyi Avcı’nın kaleminden aktarıyorum; “Küçük Ağa sempatik bir çocuktu. Bir gün odamda oturmuş gazetelere bakıyordu. Hiç okula gitmemiş olmasına rağmen kırsalda, PKK kampında kaldığı dönemde militanların öğrettiği kadar biraz okuyabiliyor, biraz da fotoğraflara bakarak anlam çıkarıyordu. Örgüt kendisine bir anlamda okur yazarlığı öğretmişti. Örgütte kaldığı süre tahminen 6 ayı geçmişti. Küçük Ağa odamda gazeteleri okurken ben bunların yüzünden bu hallere geldim, başıma bunların yüzünden bu kadar bela geldi diye kendi kendine söylenmeye başladı. Küçük Ağa ne var, neye kızıyorsun ? diye sorduğumda gazeteyi gösterdi. Gazetede Marx, Engels ve Lenin’in olduğu fotoğraflar vardı. Kim onlar diye sorduğumda isimlerini söyledi. Sonra dedim ki Küçük Ağa şimdi çık şubedeki herkese bu fotoğraflardakilerin kim olduğunu sor ve gel bana neticeyi anlat. Yaklaşık 25 kişilik personeli olan şubeden fotoğraftakileri sadece 1 kişi bilmişti. Terör gruplarının her şeyini en iyi bilmesi gereken İstihbarat Şubesindeki polisler ve görevliler Marx’ı, Lenin’i ve Engels’i tanımıyordu. Onların düşüncelerinden etkilenerek dağa çıkmış teröristlerle mücadele edeceklerdi. Buna karşın okuryazarlığı olmayan küçük bir köylü çocuğu, hem de Herekol Dağı’nın eteklerinde kalmış, dünya ve medeniyetle irtibatı olmamış bir bölgede yetişmiş bir çoban, örgüt tarafından verilen 4-5 aylık eğitimin ardından pek çok şeyle birlite bu insanları da biliyordu. Yaklaşık bir yılı aşkın süredir yurt dışında yaşayan biri olarak Hanefi Avcı’nın kitapta yer verdiği şu fikre de sonuna kadar katılıyorum; “Bir ülkede görünen askeri yapı, üniforma, militarist işaretler ne kadar ön planda ise o ülkenin geri kalmışlık düzeyi de o kadar yüksektir. Örneğin Avrupa ülkelerinde trafik polisinden başka ( o da yeterli orandadır, asla bizdeki kadar değildir) resmi üniformalı hiçbir görevli, makineli tüfekle nöbet bekleyen polis ve asker göremezsiniz. Kitabın 397. Sayfasından sonrası Fettullah Gülen cemaati ile ilgili çok çarpıcı bilgilere yer veriyor. O an görevde olan, daha önce cemaate çok yakın olan Hanefi Avcı yaşadıklarını ve yaşadıkları ile ilgili düşüncelerini polisiye – macera türünde cesurca yazmış. Kitabın sonunda “Bu yazdıklarımın hayatımın bundan sonrasını zehir, zindan edeceğini biliyorum, geçmişte bir çok örgütün hedefi oldum. Ama bu defa kinin başka bir şey olduğunun da farkındayım” diyerek başına sonradan gelecekleri daha kitabı yazarken biliyormuş. Kitapla ilgili altını çizdiğim yerleri sizlerle paylaşmak istedim. Bir solukta okuyacağınızı düşündüğüm bu kitabı henüz okumadıysanız benim gibi çok geç kalmış sayılırsınız. Deniz GEZGİNCİ deniz@munihinsesi.com
BİR YAZAR BİR KİTAP bölümünde bu hafta gazeteci Deniz Gezginci Türkiye'de çok ses getiren Hanefi Avcı'nın HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR kitabını değerlendirdi.

Piyasaya çıktığında Türkiye’de yer yerinden oynamıştı. Nedenini bilmiyorum çok arzu etmeme rağmen o zamanlar bir türlü denk gelmedi, okuyamamıştım. Geçtiğimiz günlerde Münih’ten sevgili Zeki Genç hediye edince bir solukta okudum.

Kitabı elime almadan önce ismini nedense “masonlukla” ilişkilendirdim. Daha sonra gerçek hikayesini öğrenince çok saçma bir ilişki kurduğumu anladım.

Kitabın çok anlamlı bir ismi varmış gerçekte. “Simonlaşmak” terör örgütünde “baygın baygın bakmak suretiyle erkek kadroların kafasını karıştırmak, devrimcilikten soğutmak” suçu işleyen kardeşini (haklı olduğunu bildiği halde) yargılayacak kadar kendisine empoze edilen düşünceyi savunan Simon’dan, Haliç’ten gelen mide bulandırıcı kokuya rağmen orada yaşayan insanların o kokuya artık alıştıkları için rahatsız olmadıkları düşünülerek böyle bir başlık atılmış.

Hanefi Avcı, başta yazar olmadığını o nedenle kitabı “zarfa değil mazrufa önem verilerek okunmasını arzu ederim” alçak gönüllüğü ile okuyucuya sunuyor.

“Okumayan ülkemde yazmanın sebebi aranıyor” diyerek kitaba başlıyor Hanefi Avcı. Avcılıktan nasıl av konumuna düştüğünü çoğu zaman kendiyle yüzleşerek okuyucuya aktarıyor.

Kitabın ön sözünde kendi hayatını anlatırken “İstanbul’da dört koca yıl çalışmış, her türlü lüks yaşamı sağlayacak imkan ve konuma sahip olmama rağmen bir defa bile ne İstiklal Caddesi’ne ne Bağdat Caddesi’ni gezmedim. Bir defa bile bir gazinoya gitmedim. Böyle bir anlayış, çalışma ve inanç nasıl olabilir? ” diye kendine sorarak okuyucuda da kendi hayatı ile ilgili merak uyandırıyor (en azından bende)

Kitapta beni en çok etkileyen bölümlerden biri Küçük Ağa’nın hikayesi oldu. Küçük Ağa PKK saflarına küçük yaşta katılmış, daha sonra itirafçı olarak devlete sığınmış bir çocuk. Geçici olarak Polis evinde konaklıyor. Hikayeyi Avcı’nın kaleminden aktarıyorum; “Küçük Ağa sempatik bir çocuktu. Bir gün odamda oturmuş gazetelere bakıyordu. Hiç okula gitmemiş olmasına rağmen kırsalda, PKK kampında kaldığı dönemde militanların öğrettiği kadar biraz okuyabiliyor, biraz da fotoğraflara bakarak anlam çıkarıyordu. Örgüt kendisine bir anlamda okur yazarlığı öğretmişti. Örgütte kaldığı süre tahminen 6 ayı geçmişti. Küçük Ağa odamda gazeteleri okurken ben bunların yüzünden bu hallere geldim, başıma bunların yüzünden bu kadar bela geldi diye kendi kendine söylenmeye başladı. Küçük Ağa ne var, neye kızıyorsun ? diye sorduğumda gazeteyi gösterdi. Gazetede Marx, Engels ve Lenin’in olduğu fotoğraflar vardı. Kim onlar diye sorduğumda isimlerini söyledi. Sonra dedim ki Küçük Ağa şimdi çık şubedeki herkese bu fotoğraflardakilerin kim olduğunu sor ve gel bana neticeyi anlat. Yaklaşık 25 kişilik personeli olan şubeden fotoğraftakileri sadece 1 kişi bilmişti. Terör gruplarının her şeyini en iyi bilmesi gereken İstihbarat Şubesindeki polisler ve görevliler Marx’ı, Lenin’i ve Engels’i tanımıyordu. Onların düşüncelerinden etkilenerek dağa çıkmış teröristlerle mücadele edeceklerdi. Buna karşın okuryazarlığı olmayan küçük bir köylü çocuğu, hem de Herekol Dağı’nın eteklerinde kalmış, dünya ve medeniyetle irtibatı olmamış bir bölgede yetişmiş bir çoban, örgüt tarafından verilen 4-5 aylık eğitimin ardından pek çok şeyle birlite bu insanları da biliyordu.

Yaklaşık bir yılı aşkın süredir yurt dışında yaşayan biri olarak Hanefi Avcı’nın kitapta yer verdiği şu fikre de sonuna kadar katılıyorum; “Bir ülkede görünen askeri yapı, üniforma, militarist işaretler ne kadar ön planda ise o ülkenin geri kalmışlık düzeyi de o kadar yüksektir. Örneğin Avrupa ülkelerinde trafik polisinden başka ( o da yeterli orandadır, asla bizdeki kadar değildir) resmi üniformalı hiçbir görevli, makineli tüfekle nöbet bekleyen polis ve asker göremezsiniz.

Kitabın 397. Sayfasından sonrası Fettullah Gülen cemaati ile ilgili çok çarpıcı bilgilere yer veriyor. O an görevde olan, daha önce cemaate çok yakın olan Hanefi Avcı yaşadıklarını ve yaşadıkları ile ilgili düşüncelerini polisiye – macera türünde cesurca yazmış.

Kitabın sonunda “Bu yazdıklarımın hayatımın bundan sonrasını zehir, zindan edeceğini biliyorum, geçmişte bir çok örgütün hedefi oldum. Ama bu defa kinin başka bir şey olduğunun da farkındayım” diyerek başına sonradan gelecekleri daha kitabı yazarken biliyormuş.

Kitapla ilgili altını çizdiğim yerleri sizlerle paylaşmak istedim. Bir solukta okuyacağınızı düşündüğüm bu kitabı henüz okumadıysanız benim gibi çok geç kalmış sayılırsınız.

Deniz GEZGİNCİ
deniz@munihinsesi.com

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve munihinsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.